23 Nisan 2014 Çarşamba

tide table


http://www.youtube.com/watch?v=FZcQbOPUw9Y


William Kendridge sanatsal üretim pratiği olarak toplumsal ve bireysel bellek haritasını kullanır. Tide table sanatçının kara anlatı olarak oluşturduğu serinin 2003 tarihli son videosudur. Tide table’da serinin baş karakteri Soho’nun, kendi etrafında inşa ettiği dünya daralırken, gerçek kişisel felaketi olarak yaşam arzusunun nesnesini kaybetme durumu anlatılılır. Soho burada, işlenen suçun travmasına tanıklık eder, diğer bir değişle gözyumar. Video boyunca giymiş olduğu çizgili takım elbise onun adeta zırhı gibidir. Sahil sahnesi boyunca bu zırh onu, kaosun hüküm sürdüğü birlikte yaşadığı halkın dış güçler tarafından gözetim altında tutulup, bir sürü gibi güdüldüğü ‘içerisi’den ayırır. 

Soho karakterini  Kendridge’nin içerisinde yaşamış olduğu toplumdan yola çıkarak oluşturduğu bu görsel haritada, videonun başlangıcında görünen sakin ve sonsuz dalga döngüsü, zaman ve mekan kavramını yok ederken günlük yaşamı içerisinde, halkın sahilde neşeli hali neredeyse ütopik denilebilecek kadar sıradanlaştırılır. Sahildeki soyunma kabinlerini içerisi olarak düşündüğümüzde halkın birer boğaya dönüştüğünü ve gözetim altında tutanlar tarafından güdülerek sonunda kimlikleri ellerinden alınmış birer et haline dönüştüğünü, bedenlerinin eriyip gittiğini görürürüz. Görüntülerin akışı esnasında Soho’ yla sanki tesadüfen karşılaşırız. Tüm bu kaosun içerisinde dışarıda, tanıklık mesafesinde bekleyen Soho suçluluk duygusu ile affedilmeyi, uzlaşmayı belki de teselliyi uman tamamlanmamış ya da kendi belleğini tam olarak oluşturamamış bir karakterdir. Başka bir değişle Soho video boyunca modernite ve etik arasında sıkışmıp kalmış insanın sessiz mücadelesini ve affedilme arzusunu gösterir gibidir.

Kendridge burada izleyiciye distopik bir anlatı sunarken yetişmiş olduğu dünyayı dönüştürme istediği ile imgelemindeki anlatıyı tekrar tekrar parçalayıp birleştirir. Tide table yani gelgit dalgası; tekrarlanan ve sonlanmayan görüntü örgüsüyle; zamana hapsolan, başlayan, süren ve biten sonsuz döngü içerisinde, ayıklanıp indirgenen, kesintiye uğrayan ve tekrar peydah olan toplumsal yokuluşu; insan, hayvan, et, toprak ve su dizgesiyle bir dönüşüm ritüeline çevirir.  

8 Temmuz 2013 Pazartesi

tales from else where

-->
TALES FROM ELSE WHERE

Aptal gibi gökyüzüne bakıp dururdum, sanki bir yerlere gidebilecekmişim gibi. Çevremi saran çelik telleri ne zaman fark etmiştim? Bunu fark ettiğim an, dünya zaten çoktan başkalarınındı. Her gün paylaştığım, diğerleriyle paylaştığım alan biraz daha daralıyor. Buradan başka yerlere gitmek... henüz bebekken bile bu hakka sahip olmadığımı biliyordum. Demek hayatımı bu kahrolası kafeste harcayacağım…
air gear*

Defterin; eskize dayalı gibi gözüken, art arda gelerek paket anlatı oluştuşturacak şekilde düzenlenmiş rutin bir pratikten ziyade, fenomenal alanı  deşifre eden, kurcalanmak isteyen imgelerle yüklü olduğunu görüyoruz. Bu imgelerin her biri, anlık reflexlerden oluşan bir günlüğe dönerken, eskiz-soylu bakışı kırılmaya zorlayan, belleğin eylemini görünür kılan mütevazı bir aktarım yolu izliyor.


“Tales From Else Where” (başka bir yerden hikayeler) not alma eylemini vurgular nitelikte, günlük gerçekliklerin kazıldığı, kurcalandığı, derinlerine inildiği bir bakış sunar. Her bir görüntü, günlük yaşamdan doğan her bir anlatının temsili olarak, bellek içinde derinleşen ve ilerledikçe konturların bulanıklaştığı(fantastik ve gerçeklik) bir konumda yer alıyor. Adından da anlaşılabileceği gibi “başka bir yerden hikayeler” gerçeklik ve fantastik arasındaki sınırı, çizginin kendi gerçekliğini kullanarak deneyimler.

Gizem Akkoyunoğlu, 2013