gizem akkoyunoğlu
8 Ocak 2015 Perşembe
23 Nisan 2014 Çarşamba
tide table
http://www.youtube.com/watch?v=FZcQbOPUw9Y
William
Kendridge sanatsal üretim pratiği olarak toplumsal ve bireysel bellek
haritasını kullanır. Tide table sanatçının kara anlatı olarak oluşturduğu
serinin 2003 tarihli son videosudur. Tide table’da serinin baş karakteri
Soho’nun, kendi etrafında inşa ettiği dünya daralırken, gerçek kişisel felaketi
olarak yaşam arzusunun nesnesini kaybetme durumu anlatılılır. Soho burada,
işlenen suçun travmasına tanıklık eder, diğer bir değişle gözyumar. Video
boyunca giymiş olduğu çizgili takım elbise onun adeta zırhı gibidir. Sahil
sahnesi boyunca bu zırh onu, kaosun hüküm sürdüğü birlikte yaşadığı halkın dış
güçler tarafından gözetim altında tutulup, bir sürü gibi güdüldüğü ‘içerisi’den
ayırır.
Soho
karakterini Kendridge’nin içerisinde
yaşamış olduğu toplumdan yola çıkarak oluşturduğu bu görsel haritada, videonun
başlangıcında görünen sakin ve sonsuz dalga döngüsü, zaman ve mekan kavramını
yok ederken günlük yaşamı içerisinde, halkın sahilde neşeli hali neredeyse
ütopik denilebilecek kadar sıradanlaştırılır. Sahildeki soyunma kabinlerini
içerisi olarak düşündüğümüzde halkın birer boğaya dönüştüğünü ve gözetim altında
tutanlar tarafından güdülerek sonunda kimlikleri ellerinden alınmış birer et
haline dönüştüğünü, bedenlerinin eriyip gittiğini görürürüz. Görüntülerin akışı
esnasında Soho’ yla sanki tesadüfen karşılaşırız. Tüm bu kaosun içerisinde
dışarıda, tanıklık mesafesinde bekleyen Soho suçluluk duygusu ile affedilmeyi,
uzlaşmayı belki de teselliyi uman tamamlanmamış ya da kendi belleğini tam
olarak oluşturamamış bir karakterdir. Başka bir değişle Soho video boyunca
modernite ve etik arasında sıkışmıp kalmış insanın sessiz mücadelesini ve
affedilme arzusunu gösterir gibidir.
Kendridge
burada izleyiciye distopik bir anlatı sunarken yetişmiş olduğu dünyayı
dönüştürme istediği ile imgelemindeki anlatıyı tekrar tekrar parçalayıp
birleştirir. Tide table yani gelgit dalgası; tekrarlanan ve sonlanmayan görüntü
örgüsüyle; zamana hapsolan, başlayan, süren ve biten sonsuz döngü içerisinde,
ayıklanıp indirgenen, kesintiye uğrayan ve tekrar peydah olan toplumsal
yokuluşu; insan, hayvan, et, toprak ve su dizgesiyle bir dönüşüm ritüeline
çevirir.
23 Aralık 2013 Pazartesi
8 Temmuz 2013 Pazartesi
tales from else where
TALES
FROM ELSE WHERE
Aptal gibi gökyüzüne bakıp
dururdum, sanki bir yerlere gidebilecekmişim gibi. Çevremi saran çelik telleri
ne zaman fark etmiştim? Bunu fark ettiğim an, dünya zaten çoktan
başkalarınındı. Her gün paylaştığım, diğerleriyle paylaştığım alan biraz daha
daralıyor. Buradan başka yerlere gitmek... henüz bebekken bile bu hakka sahip
olmadığımı biliyordum. Demek hayatımı bu kahrolası kafeste harcayacağım…
air gear*
Defterin;
eskize dayalı gibi gözüken, art arda gelerek paket anlatı oluştuşturacak
şekilde düzenlenmiş rutin bir pratikten ziyade, fenomenal alanı deşifre eden, kurcalanmak isteyen imgelerle
yüklü olduğunu görüyoruz. Bu imgelerin her biri, anlık reflexlerden oluşan bir günlüğe dönerken, eskiz-soylu
bakışı kırılmaya zorlayan, belleğin eylemini görünür kılan mütevazı bir aktarım
yolu izliyor.
“Tales
From Else Where” (başka bir yerden hikayeler) not
alma eylemini vurgular nitelikte, günlük gerçekliklerin kazıldığı,
kurcalandığı, derinlerine inildiği bir bakış sunar. Her bir görüntü, günlük
yaşamdan doğan her bir anlatının temsili olarak, bellek içinde derinleşen ve
ilerledikçe konturların bulanıklaştığı(fantastik ve gerçeklik) bir konumda yer
alıyor. Adından da anlaşılabileceği gibi “başka bir yerden hikayeler” gerçeklik
ve fantastik arasındaki sınırı, çizginin kendi gerçekliğini kullanarak deneyimler.
Gizem Akkoyunoğlu, 2013
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)